BOLUŞ DIYKANBAY’IN ÖLÜMÜ
BOLUŞ[1] DIYKANBAY’IN ÖLÜMÜ
ABDIMANAP KÖLBAYEV[2]
Çevirenler: İmdat Avşar- Ömer Küçükmehmetoğlu
İlkbaharın şen günlerinden biriydi. Gökyüzü masmavi, hava güneşliydi, dört bir yan, çimen, çiçek…
Boluş Dıykanbay, en yiğit adamlarını yanına çağırıp, yedeğine de bir at çektirdi. Hediyelik bir gömlek ve bir cepken aldı, bir torbaya koyarak eyerine bağladı. Heybesinin iki gözünü de nebat şekeri, meyve kakı, kuru üzüm, kayısı çiri ve türlü yemişlerle ağzına kadar doldurup, yedeğindeki ata yükledi. Dıykanbay, kale suru gibi yüksek avlu duvarlarıyla çevrili bir evde oturan Datka[3] Beşkempir’i ziyaret etmek; onun hayır duasını almak için, atını dörtnala sürüp, Ultan Kamış’a doğru yola koyuldu. Dıykanbay, o zamanlar yirmi sekiz yaşındaydı; genç, akıllı, yiğit… Sözü üstüne söz söyleyen yoktu, dediği dedikti. İnsanlar onun sözünü itaatle dinliyor, onun buyruğunu, itirazsız yerine getiriyorlardı.
Beşkempir ise seksen yedi yaşında bir ihtiyardı. İki yıl önce, hanımı ölmüştü. Üzüntü ve keder içerisinde, oğlunun yanında yaşıyordu. Dünyadan elini, eteğini çekmişti, kavgadan, kargaşadan uzak duruyordu artık. Bir zamanlar ok atan, kılıç çalan kolları yorulmuş, dizlerinin dermanı kesilmişti.
Dıykanbay, yüksek duvarlarla çevrili avlunun kapısına doğru yaklaştı. Beşkempir, gelen misafirlerden habersizdi, duvarın dibinde, eğer takımının üstünde oturuyordu. Gömleğini çıkarıp güneşe sermişti ve bit, pire var mı, diye gömleğinin altına, üstüne bakıyordu. Dıykanbay, uzaktan, Beşkempir’i bu halde görünce, üzüldü, etkilendi, başını iki yana salladı ve büyük konuştu:
-Vay! Koca adam ne hale gelmiş! Böylesine uzun bir ömür sürmek, ne büyük bir azapmış, ben elli yıl yaşasam, yeter da artar bile, dedi.
Yanındaki atlılar hep bir ağızdan tasdiklediler:
-Evet, Dıykanbay… Elli yıl, çok uzun bir ömür.
Beşkempir, önce atların nal seslerini, sonra da atlıların tam anlaşılmayan konuşmalarını duydu. Hemen gömleğini ve cepkenini giyip yanındaki güğümü aldı. Elini, yüzünü yıkadıktan sonra, oturduğu yerden kalktı, Dıykanbay ve onun adamlarını karşılamak için kapıya çıkan çocuklarına:
-Çabuk olun, misafirlerin atlarını bağlayın! diye bağırdı ve misafirleri içeri davet etti.
Koyunlar kesildi, ateşler yakılıp kebaplar pişirildi. Yemekler yenildi, kımızlar içildi…
Beşkempir, Dıykanbay’ın getirdiği yeni gömleği ve cepkeni giyerek atlanıp yola düşen Dıykanbay’ı, hayır dualar ile yolcu etti…
Zaman su gibi akıp geçti; dünya, kendi ekseninde döndü, yıllarca. Dıykanbay, defalarca Boluş seçildi, halkını uzun yıllar, huzur içinde yönetti. Gel zaman, git zaman, Dıykanbay elli yaşına gelip çattı. Elli yaşındaydı; ama aklı başında, gücü kuvveti yerindeydi…
Bir gün, Allah tarafından, gönlüne ilham edilen bir ses duydu:
-Elli yaşına girdin! Artık hazırlan!
Dıykanbay:
-Vay zalimin dünyası! Elli yaş, insanın gençlik çağıymış meğer! Gücüm, kuvvetim hâlâ eskisi gibi. Elli yıl yaşasam yeter, diye boş konuşmuşum, gevezelik etmişim, yanılmışım, diyerek dizlerini dövdü.
Her zaman yanında bulunan Kalpa’ya[4] dönüp akıl danıştı, Bilge Kalpa ne yapmak gerektiğini anlatmaya başladı:
-Dıykanbay, ağızdan çıkan söz, yayın kirişinden fırlayan ok gibidir, bir daha geri gelmez demiş, Atalarımız. Sen yanlış yapmışsın, kimin ne zaman öleceği, ne kadar yaşayacağı, sadece Allah’a malumdur, her şey onun kudreti dâhilindedir. Şimdi, Şamşıkal Ata’ya varıp, boz kısrak kurban edelim, sonra da seni bağışlaması için, Allah’a yalvaralım…
Akşamüstü, Şamşıkal Ata’ya vardılar. Allah rızası için adadıkları boz kısrağı, orda kurban ettiler ve Şamşıkal Ata’da gecelediler. O gece, daha tan yeri ağarmadan önce, Kalpa ile Dıykanbay’ın başlarının üstünde, beyaz bir kuş peyda oldu. Kanatlarından bembeyaz ışıklar saçan kuş, Dıykanbay’ın, başına konmak istiyordu. O sırada, beyazlar içinde, göz kamaştırıcı ışıklar saçan bir kadın peyda oldu. Başı gökyüzüne değen o kadın, Dıykanbay’ın başına konmak isteyen beyaz kuşu kovdu, Dıykanbay’a asla yaklaştırmadı. Beyaz kuş, üç kez süzülüp geldi ve Dıykanbay’ın başına konmak için çabaladı; ama her defasında, başı gökyüzüne değen ve bembeyaz ışıklar saçan o kadın, kuşa izin vermedi. Tan yeri ağarmaya başladığında, beyaz kuş ve o kadın, birdenbire kayboldular…
Öğleyin evine dönen Dıykanbay, aniden yere yığıldı, ikindi vakti, gözlerini kapatıp sonsuz bir uykuya daldı…
[1] Boluş: Çarlık döneminde, il, ilçe benzeri idari birimleri yöneten kişi, vali, kaymakam.
[2] Abdımanap Kölbayev: 1948 yılında Kırgızistan’ın Celalabad bölgesinde, Toktogul iline bağlı Bor Dobo köyünde doğdu. Kırgız Devlet Tıp Enstitüsü Eczacılık Fakültesini bitirdi (1971) Küçük yaşlarda edebiyata ilgi duymaya başlayan yazarın ilk şiirleri, 1963 yılında “Leninçil Caş” (Leninci Genç) gazetesinde yayımlandı.
[3]Datka: Askeri bir ünvan, komutan.
[4] Kalpa: Yöneticinin yanında bulunan din adamı
No Comments